Usulca dönüverirken sokağımızın köşesinden bahar, yazın, Haziran’ımın ve birkaç günlük Olympos kaçamağının çok yakınlarda olduğuna bile sevinip heyecanlanacak vakit bulamazken… Sonunda çok uzun zamanlardan beri beklediğim an gelip kapımı çalarken; aklım, fikrim, günlerim ve hatta gecelerim iki kişilik çekirdek klanımıza katılan simsiyah, kadife tüylü o evlatla akıp giderken…
Aylardan Kasım. Yaklaşmakta olan kış önce yüreğime uğruyor; buz gibi esiyor. Fırtına, kasırgalar… Otoritesini egosuyla besleyen acımasız bir lider gibi kasıp kavuruyor içimin dört bir yanını. Her şey yerli yerinden oynuyor. İstemesem de bırakmak, korksam da yüzleşmekten çok. Faydasız. Kendisine sunulanı kuzu kuzu kabul etmekten başka çaresi olmayan bir seyirci gibi izliyorum olanları. Gözümün önünde… Değişiyor, dönüşüyor her şey. Sonunda, karar büyük yerden geliyor; o ufak tefek iç sesimden. Ve dökülüveriyor dudaklarımdan.
“Bakarak değil hissederek görmeyi öğreten Bilge Civelekoğlu Friedlaender Anısına”
Zamanın o engin ve dipsiz lacivertinde, şu anımdan oldukça uzaklara doğru süzülen anılara yeniden erişme çabasıyla yazıyorum. Senin, en derinlerime işleyen aydınlık ve keyifli bir rüzgâr gibi hayatıma hızlıca dokunup, ardında asla silinmeyecek izler bırakarak geçip gittiğin yıllara ve anılara erişme çabası bu. Isabel Allende’nin benzetmesiyle bir nevi el yordamıyla yazıyorum.
Kas, kas zarı, tendon, diz kapağı gibi bilumum gergin ve küskün varlıkları rahatlatmak için çilekeş bir yüz ifadesiyle “foam roller”la debelendikten ve mini esne-uzat-rahatlat seansından sonra, kabaca üç saatlik rutinimin on dakikalık ısınma dilimini, kulübün, gökyüzünü görebileceğim en havadar köşesindeki koşu bandında, bir nevi evrimleşme süreci misali yavaştan hızlıya doğru ilerletiyorum; denizden karaya yavaş ve temkinli adımlarla çıkıyor, ardından kulağımdaki oldukça motive edici müziklerle uçmaya hazırlanıyorum.
Gün oluyor, devran dönüyor. Güneyden kuzeye uzanan yolların sonunda İstanbul’a çıkıyor sokaklar yine. İkibinyüz küsur kilometreler ve onlarca deniz mili ile arşınlanan yolculuğa bir de içsel olanını ekleyince, hesaplanamaz oluyor yaşananlar. Hele ki kelimelerle fotoğrafları birbirleriyle konuşturmaya kalkışınca, 88 megabyte’lık, 620 x 29290 piksellik bir hikaye çıkıveriyor ortaya. Öyleyse daha fazla söze ne gerek. Başlasın yolculuk bir ucundan…